30 Nisan 2015 Perşembe

IV. SİMİT ÇAY EDEBİYAT ETKİNLİKLERİ ÖDÜLLÜ ŞİİR YARIŞMASI (2015)




Simitli Çaylı Bir Yarışmadan bahsedeceğim size; 

IV. SİMİT ÇAY EDEBİYAT ETKİNLİKLERİ ÖDÜLLÜ ŞİİR YARIŞMASI (2015)

Edebiyattan,yazmaktan keyif alan ve yaratma gayesi olan çay severler buyrun simitcay.com'a detaylar orada...




Üstad Sait Faik'den Çay ve Simit


















Sait Faik 'in kaleminden... Rahmet ve sevgiyle...


"Çay ve simit benim harika ikilim.

Tok karnına bile insanı baştan çıkarır simit... "


Sait Faik Abasıyanık Yedigün sf 45 22 Ocak 1949

Çay ve Simit 

Bu başlığa kaşar peynirini de eklemek isterdim ama onun çayla simidin dostluğu karşısında silinip ikinci planda kalması daha doğru. Çünkü çayla simidi beraber bulduğumuz günler eksik değil, ama üçünü bir arada bulmak?.. Belki çayı da simitten ayırmak doğruydu. Yalnız simitten, sabahın o leziz, insan icadı yemişinden söz açmalıydım. Ama ne yaparsın, çaya kıyamadım. Simidin yanında o da ikinci planda kalıyor ama dostlukları da samimi bir dostluktur. Hiçbir kahvaltı simitle çayın yerini tutamaz. Ballı, reçelli, tereyağlı, hatta pamplımuslu kahvaltıların sonunda sokağa bir otomobille çıkmayan insan varsa kızılır öylesine. Bu çeşit kahvaltıdan sonra ayaklarınız ıslanmadan otomobile atlamalısınız. Yine ayakkabılarınız çamurlanmadan maroken koltuklu bir yazıhanede telefonu ele alıp:
- Dün, akşam söylediğim gibi. On para aşağı olmaz.
Tak telefonu kapamalı, tekrar açmalı:
- Borsadan ne haber? Yetmiş altı, yirmi mi? Satma, bekle. Efendim bekle diyorum sana. Elbet bir bildiğim var benim de. Yetmiş yediye de vermem. Seksenden on para aşağı olmaz. Peki bekliyorum. Öğleye kadar telefon edilmezse sözümden cayabilirim. Unutulmamalı... demeli.
Ama çayı simitle içtikten sonra sokağın çamuruna karışır, dişlerimizde hâlâ susam kırıntıları oradan oraya koşabiliriz. Sokakta yağmur yağar, alnımızdan ter damlar. Dişlerimizde susam tanesi, çayın kokusu hala burnumuzdadır. Ah, bir akşam olsa, kağıt yığınları önümüzden bir eksilse, bir yatağımıza uzansak, ayaklarımız bir dinlense... Oh! Yine sabah oldu bak! Acem Hasan Efendi çayı demlemiştir. Şu abullabut simitçi de nerde kaldı? Allah belanı versin! Gelir, akşamki simidi dayar. Gelmez çayın tadı kaçar.

Yeniden İstanbul sokakları. Memursanız evrak, muharrirseniz mevzu, işçi iseniz tarak, işsizseniz park...
Her şey, içinizi delik deşik eden yağmurlu günün içine sinmiş çay kokusu, dişlerinizdeki susam tanesi ile tadını alır, ilk adımını atar.
İşte şimdi kaşar peynirine sıra geldi. O gün keyfimiz yerinde uyandık. Cebimize bir baktık ki olur şey değil! Bir yirmi beşlik feda edebileceğiz.
- Aman bana yirmi beş kuruşluk kaşar peyniri! Eski olsun n'olur?
İşte o zaman harikulade bir ziyafet sofrası kahvenin mermerindedir.
Sarı, bakkal kağıdında yatan bu sarışın şey nedir? Kaşar peyniri midiri, kat kat baklava, telkadayıf mıdır? Yoksa şehvetle uzanmış bir kadın mıdır? İşte koparmaya kıyamadığımız yumuşak, taze iki simit. İşte Acem Hasan Efendi'nin ince belli, kırmızı benekli çay fincanı.
İşte susamın kırıntıları! Doldurun avucunuza masanın mermerinden elinizin kenarıyla! Atın ağzınıza! Sonra kibrit kutusunun kapağından ufak bir parça koparın! Dişlerinizin arasındaki susamları ayıklayarak mesut işinize gidin!
Sabahın büyük ziyafeti bitmiştir. Bir cıgara yakabiliriz şimdi.


Bu gün günlerden Simit...


Bu gün günlerden Simit...

Eskiden ; sokaklarda başında tepsisiyle SİMİDİYEE diye bağırarak cadde cadde, sokak sokak gezen emektarlar vardı...

Evet sevgili simitçiler kimi yaşlı olurdu, kimi çocuk yaşta ama hepsinin gailesi aynı... Tepsiyi bitirmek ve eve mutlu dönmekti amaç... Anlı şanlı Ankara simidi satarlardı Ankara sokaklarında...

Bizler ise yol gözlerdik, bi simitçi geçse de simit alsak diye... Hele de sabah saatleriyse, çaylar demlenmişse... Kahvaltı da sıcacık simitle şenlenirdi evler... 

En güzeli ayağımıza kadar gelirdi simitler... Yada beş çayı of simit ve çay dayanılmaz ikili ... 

Hatta peynir de olursa büyük ziyafet! Çayı koyar beklerdik ya gelmezse?O zamanlar hep gelirdi de şimdilerde nerdeee... 

Çok nadir, Ankara'da eski semtlerde tek, tük görsem de anca şehir merkezlerinde köşe başlarında buluyorum o simitçileri ve bulduğum da da mutlaka  alıyorum bir iki simit. 

Herhangi bir fırından almak yerine, seyyar simitçilerden simit almayı tercih ediyorum, hem onlar kazansın istiyorum hem de  daha keyifli bence...

Velhasılı kelam özlüyorum o günleri... Kapımızın önünden geçen simitçileri...







29 Nisan 2015 Çarşamba

Biricik Çayın Tarihi

Hadi kısa bir yolculuk yapalım çayın tarihine....

Çayın anavatanı güney doğu Çin ve Orta Vietnam arasında kalan bölgededir. Çin’de bilinmesi ise; milattan önceki yıllara kadar uzanıyor. Ve çayı ilk keşfedenler de sevgili Çinliler. 

Milattan önce 10.yy’ da Çin’in milli içkisi olarak kabul edilen çayın efsanesi ise şöyle; 
Çin imparatorlarından biri olan Shen Nong,  güzel bir bahar sabahı, bahçesinde içeceği suyu kaynattırırken altında oturduğu ağaçtan bir yaprak suyun içine düşer, Shen Nong içine çay yaprağı düşmüş suyu içince,tadı onu mest eder ve çay böylece keşfedilir.  
İyi ki de keşfedilir, çaysız olduğumuzu bi düşünün..



Fakat bu yalnızca bir efsanedir, çay ile ilgili anlatılan efsaneler genellikle buna benzerdir ama çayın çok daha önceden beri bilindiği kesindir.Özel bir içecek kabul edilen bu bitkinin önceleri çok şifacı olarak kullanıldığı ve ilaç hazırlamada kullanıldığı da bilinmektedir.

Zamanla en önemli içecek kabul edilen çayın hazırlanışı da oldukça ilginç mesela, çay yaprakları buğuya tutuluyor daha sonra havanda ezilip hamur kıvamına getiriliyor ve zencefil, pirinç, portakal kabuğu soğan ya da süt ile karıştırılarak servis ediliyor, kafamızda ki çay tasvirinden çok farklı değil mi?

Çay Çin’den sonra kullanıldığı ülke ise Japonya. Burada da kısa sürede yaygınlaşan çay çok sevilmiş ve vazgeçilmez bir içecek haline gelmiş. 
Hatta bu sihirli içecek Japonların hayatında o kadar girmiş ki; dillerine bile karışmış. Mesela çok heyecanlı yerine ‘çayı fazla’ demek, vurdumduymazlık anlamında ‘çayı eksik’ gibi deyimler Japoncaya yerleşmiş.

 Japonların geleneğine giren çay için evlerde özel odalar ayrılmış, çay seremonileri yapılmış ve çay üstatları yetiştirilmiştir. Ki bu ritüeller günümüzde de sürdürülüyor.





Japon çay kültürünü dünyaya tanıtan önemli eserlerden biri olan Çayname’ dir.
Çayname’ nin sonunda şöyle bir hikâye anlatılır. Japon çaycılarının piri olan Sen Rikyu o zamanın liderlerinden Taiko’ya,  onu zehirleyip öldürmek istediğini söylerler.
 Bunun üzerene Taiko yakın arkadaşı olan Sen Rikyu’yu ölümle cezalandırır, fakat ona bir ayrıcalık tanır ve kendi kendisini öldürebilme onurunu bağışlar. 
Sen Rikyu ölmeden önce yakın dostlarını son bir çay törenine çağırır. Törenden sonra çay gereçlerini misafirlerine verir, kendi çay kâsesini de, talihsizliği kimseye bulaşmasın diye kırar.
 Sen Rikyu beyaz ölüm elbisesini giyer, bir şiir mırıldanarak hançeri karnına saplar ve gülümseyerek hayata gözlerini yumar. 

Milletlerin dillerine, kültürlerine, ayinlerine, efsanelerine, gündelik hayatlarına, edebi eserlerine girmeyi başarmış bu nadide içeceğin Türklerle buluşmasını da daha sonra anlatacağım.
Çay'la kalın...